Yıl 2016, Kasım ayının son günleri..90 yaşındaki Fidel Castro öldü.Yönetime geldiği 1958 yılından bu yana, herbiri kendisine defalarca suikast girişimi düzenlediği iddia edilen tam 10 ABD başkanı gördü. Rahatsızlığı sebebiyle yıllar önce devlet başkanlığı görevini kardeşi Raul’a devretmişti. Kerameti kendinden menkul Türk eliti, ‘Yahu şu adam ölmeden Küba’ya mutlaka gitmeli’ diye ağzına dolamıştı; yani beklenen an geldi, Fidel öldü, hadi bakalım şimdi neler olacak?
Sahip olduğumuz yüzeysel bilgiler ve kulaktan dolma klişe sözlerle dünyayı ve her şeyi anlamaya niyetli bir milletiz biz. Sabah önümdeki kamyonda yazıyordu : ‘Hukuk okumadım ama Allah’ın izniyle her konuya hakimim’ diye, ben daha ne diyeyim.
Küba hakkında yanılgı içinde olduğumuz pek çok bilgi var. Çoğu ‘Gidip gördünüz mü kardeşim ne kadar yoksul olduklarını’ argümanı üzerine kurulu.Turla gittiği gezide mohitosunu içerken gördüklerinden, duyduklarından efkarlanmış besbelli.. ‘Fidel Diktatördür’ diyen de var.’Tek parti ve tek adam var’ diye eleştiren de..Külliyen yanlış değil tabii ama..Yani bir aması da var..
Şimdi gözüm, politik analizler bizim işimiz değil lakin, bir kere bunlar sosyalist. Hedefi sınıfsız toplum olan hani. Çok parti olursa çok sınıf olur diye düşünüyorlar. 5 yılda bir seçim yapıyorlar. Katılım % 90’larda hep. Hem öyle senin gibi sadece liderin seçtiği adaylara oy verilmiyor. Küba Komünist Partisi’nin katılmadığı ve herhangi bir adayı desteklemediği seçimlerde doğrudan adaylara oy veriliyor, yerel ve ulusal temsilcilerini bu şekilde seçiyorlar. Ulusal Meclis adaylarının yarısı Belediye Meclisleri tarafından belirlenirken, kalan adaylar ülkedeki başlıca işçi, çiftçi, gençlik, kadın ve öğrenci örgütleri ile Devrim Muhafız Komiteleri (DMK) üyelerince seçiliyor. Sen kendi derdine yan.. Gören de çok parti olunca o mutlaka demokrasi oluyor sanacak.
Uzatmayalım, bizim maksadımız birkaç ilginç hikaye anlatmaktan ibaret..Bak mesela sosyalist dedik ama hikayesi pek öyle bildiğin gibi de değil..Batista 1958 yılında devrilince iktidarı kimin alacağı tartışma yaratıyor.1925 yılında kurulmuş bulunan Küba Komünist Partisi bırakın iktidara geçmeyi, Batista’yı destekleyerek ayaklanmanın önüne geçmeye çalışıyor.(Zaten 1933’de ABD kuklası Machado’yu devirip isyankar çavuş Batista’yı ordunun başına taşıyan da bizzat kendileri..)Eldeki tek seçenek dağlardaki mücadelesi ile bilinen, hukuk mezunu Fidel Castro..Toprak reformu falan diyorlar ama onların da sosyalizmle ilgisi yok ilk başlarda. Hatta Fidel 1959 yılında ABD’ye yaptığı bir ziyarette komünizm tehlikesine karşı yapılması gerekenleri anlatan konuşmalar yapıyor. Aradan taa 2 yıl geçtikten sonra başlıyor SSCB ile yakın ilişkiler ve sosyalizm sevdası..Yani öyle sanıldığı gibi ‘devrim’ daha en başından sosyalist değil.Şaşırtıcı değil mi? Bak, oku bi hele..
Küba devrimiyle ilgili genel yanılgıların başı gerilla hareketinin sosyalist devrimin mimarı olduğuna dair yapılan çıkarsamalardır. Küba devrimi Batista rejiminin düşmesiyle zirvesine ulaşmış, sonrasındaysa küçük burjuvazinin radikalleşmiş kesimlerinin bağımsızlıkçı milli kalkınmacı rotasına girmiştir. Keza ulusal devrimin liderlerinden küçük burjuva radikali Fidel Castro bağımsızlık ve anti-emperyalizm vurgularıyla kendi sınıfsal temellerini gösterdiği ilk zamanlarda ABD’ye yaptığı ziyarette ısrarla anti-komünist olduğunu vurguluyor ve “komünizm tehlikesine” karşı tüm Latin Amerika ülkelerine uygulanacak bir Marshall politikasının (yardımlarının) gerekliliğine dikkat çekiyordu. Aynı zamanda ülkelerinin endüstrinin gelişmesine yardım edecek özel yatırımcılara açık olduğunu ve ABD ile bir uzlaşmaya girilmedikçe Küba’nın ilerlemesinin mümkün olamayacağını da vurguluyordu. Castro yönetiminin iktisadi alandaki temel amacı, yerli ve yabancı sermayeyi ulusal kalkınmacı bir model içerisinde entegre etmekti. Fakat Castro’nun ulusal kalkınmacı burjuva ideolojisinin dayattığı gereksinimler karşısında emperyalizmle flört etmeye açık olduğunu defalarca belirtmesine rağmen yeni iktidarın yönetimi elinde tutmak için zorunlu olduğu reformist politikalarından zarar göreceklerini sezen ABD tekelleri Castro rejimiyle uzlaşmaz bir tavır içerisine girmişti. Küba hükümetinin tarım reformu planlara uygulamaya koymasının ardından iyice kaygılanan ABD, Küba’yı ciddi yaptırımlar uygulamakla tehdit ediyordu. “Batista’nın son iktidar yılında 1.75 milyar dolar olan ABD dışalımı, devrimin ilk yılında 900 milyon dolar düzeyine indi.” Böylece 1960 Şubatında Küba’nın “anti-komünist” devrimcileri, “komünist” SSCB’yle düşük faizli kredi ve petrol ithalatı konusunda anlaşma imzalamaya yöneldiler.. (Kaynak : Sosyalizm ve Toplumsal Mücadeleler Ansiklopedisi)
Altmışlı yılların başlarında kaderin garip bir cilvesi olarak Küba ile aynı parantezde anılıyoruz Türkiye olarak..SSCB’nin ileri karakolu olarak onlar ve ABD’nin ileri karakolu olarak biz.İki büyük gücün birbirlerine doğrulttuğu nükleer füzelere ev sahipliği yapan iki ülke olarak..Heyecanlı zamanlarmış..(Kevin Costner abimiz oynamıştı Thirteen Days filmi pek güzel anlatır o gerilimli günleri)
Devrimin liderleri hakkında az bilinen başka bir gerçek daha var, Küba devrimi deyince akla hemen Fidel ve Che gelir.Oysa Kübalılar için onlar ‘Tres comandantes’ dir, yani ‘Üç komutan..’ Üçüncü komutan Camilo Cienfuegos’tur.Bir terzinin oğludur, devrimin kırılma noktalarından biri olan Yaguajay zaferinin komutanıdır ve devrimden sadece bir yıl sonra esrarengiz bir uçak kazasında hayatını kaybeder.Daha doğrusu Camaguey’den Havana’ya doğru havalanan Cessna 310 tipi uçak havalanmış ancak hiçbir yere inmemiştir, kaybolmuştur. Miami’ye kaçan Kübalıların başını çektiği bir grubun ileri sürüdüğü bir görüşe göre ‘devrim evlatlarını yemiştir..’Che’nin durumu da malum; merhum, SSCB otoritesine ve onların ‘arka bahçesi’ olmaya bir gönlü razı değildi..(Soldan sağa 1. Fidel, 3.Che, 5.Cienfiegos)
Kayıpların çok olmasına karşın Küba tarihinde kahraman bol..Yaşarken adlarına anıtlar, sokaklar, meydanlar,stadyumlar,üniversiteler yaptırtmıyorlar.(Fidel öldükten sonra da yapılmasını istemedi.) Kendilerine öncü olarak gördükleri kişi Jose Marti..Hani Havana’da onun adını taşıyan havaalanına indiydin. Hah o işte.. Devrim yolculuğunun onunla başladığına inanılıyor. Bir edebiyat profesörü olarak yazdığı bağımsızlık yanlısı yazıları ve şiirleri sebebiyle kısa ömrünü sürgünlerde geçirmiş, 42 yaşında ülkesine döndükten sadece 40 gün sonra 19 Mayıs 1895 de girdiği bir sokak çatışmasında hayatını kaybetmiş..
(19 Mayıs tarihinin anımsattıkları dışında Fidel ve arkadaşlarını adaya taşıyan ‘Granma’ adlı gemiyi de bizim ‘Bandırma’ya benzetirim hep.)
Sonuç olarak uzun yıllar devam eden ambargoyu dikkate alarak ya da almaksızın ekonomik anlamda bir eleştiri; ne biri, bir çok eleştiri yapmak mümkündür. SSCB’ye teslim olmak, şekere dayalı politikalara yaslanıp üretime dayalı sektörleri geliştirememek vs vs.. İşimiz Küba güzellemesi yapmak da değil zaten. Sadece överken de, döverken de bilgi sahibi olalım yeter.. Bırakın da başka türlü bir dünyanın da mümkün olabileceğine dair hayallerimiz olsun hiç olmazsa..Hiç gerçekleşmeyecek olsa da.
Küba sokaklarından bir foto (2002) Fidelidad (Sadakat)
Neyse siz onu bunu boş verin, hep merak etmiştiniz ya, Fidel öldükten sonra Küba’nın hali ne olmuş ona bir bakıp geliverin. Nasıl olsa bolca eleştireceksiniz ama gitmeden memleketimizin gelir dağılımına, eğitim dağılımına ilişkin biraz bilgi alıp giderseniz daha iyi olacaktır, karşılaştırırsınız.. Suç oranlarına bakın orada..Tıpta neler yapmışlar, onlara bakın..Kadınlara bakın..İyice bakın ama..Çünkü ‘Küba’ ve ‘kadın’ aynı cümle içinde geçince aklınıza ya fuhuş geliyor yada bacaklarında puro saran kadınlar.Devrimden önce öyleymiş gerçekten.ABD ve İspanyol donanmasının bir nevi kerhanesiymiş Küba..Ama şimdi parlamentonun yarısında, işgücünün % 60’ında kadınlar var.Hekimlik gibi nitelikli mesleklerin çoğunda erkekleri geride bırakmış durumdalar.
Çocuklara bakın bir de gidince.. Eğitimlerine nasıl önem verdiklerine ve onların üzerlerine nasıl titrediklerine bir bakın.Bir de bizimkilere..Kime göre demokratlar, neye göre yoksullar falan sonra bakarız bir ara..
Yazının burasına kadar gelip bütün ukalalıklarıma katlandıysan sevgili okuyucu, şunu da buraya not olarak bırakmamı hoşgör lütfen.. Nazım’dan sıkça kullandığımız ‘Sen mutluluğun resmini yapabilir misin Abidin‘ dizesinin geçtiği Saman Sarısı adlı şiirin başka bir dizesinde üstad ne diyor biliyor musun?
”Havana’da bu sabah doğmak varmışın resmini yapabilir misin?”